Suçun ulusal hali üzerine

Soruyu doğrudan doğruya yöneltelim: Herhangi bir ulus suç işler mi?

Ulus ve suç kavramlarının içerimleri bu soruyu evet veya hayır gibisinden kestirme bir sonuca bağlamamızı önler zira ulus, hukuki olduğu kadar ahlaki ve manevi yapısıyla üçayaklı bir şebekedir.

Ulusa, sadece hukuk temelli suç kavramı üzerinden bakmak, şebekenin diğer kurucu bileşenlerine ait kavramları devre dışı bırakır ve zaten hukuk, suçun şahsiliği ilkesi gereğince bu soruya negatif yanıt verir. Peki, ahlaki ve manevi bakımdan durum nedir?

Ulus gibi suç kavramı da farklı içerimlere sahiptir. Birincisi suç, hukuki bir terimdir ve hukuk, devletin yazılı halidir. İkincisi, suç terimi dinde günah olarak karşımıza çıkar. Üçüncüsü, suç ve günah terimleri ahlaka aktarıldığında ayıp’a dönüşür. Birincisinin cezası hapishane, ikincisinin cehennem ve üçüncüsünün de kınamadır. Resmi, manevi ve ahlaki kurumların matematiksel-olmayan-toplamından meydana gelen ulus gerek kendisi gerekse de bireyleri için somut ve soyut bir mekândır. Hukuk, maneviyat ve ahlak bu mekândaki davranışların sınırını çizer. Sınır dışına çıkmak’ın manası, yasa dışına, din dışına ve ahlak dışına çıkmaktır. Tüm bu çıkışlara toptan yoldan çıkmak diyelim biz. Suç sözcüğünün etimolojisi de bu çerçevededir zaten.

Günah sözcüğünün kökeni Kürtçedeki gune’dir. Fonetik bakımdan önce guneya ve ardından zaman içinde g ve c dönüşümüyle beraber cinaya formunu almıştır. Cinayet sözcüğünün kökeni de budur. Sözcük 1934 yılına kadar büyük günahları ifade etmede kullanılmış ve ondan sonra anlamı sadece insan öldürme fiili ile sınırlandırılmıştır.

Anlaşılacağı üzere “Herhangi bir ulus suç işler mi?” sorusu görünüşte sadece hukuk temelli bir sorudur. Manevi ve ahlaki alana aktardığımızda soru kendiliğinden şu formlara dönüşür: Herhangi bir ulus günah, cinayet ve ayıp işler mi? Kendi dünya görüşü çerçevesinde kimisi işler, kimisi işlemez, kimisi de işlememeli der. Peki, suç işlemek diye tabir ettiğimiz şey tam olarak nasıl bir şeydir? Birey bakımından suç işlemek ister kasten ister dolaylı olsun gelişimi ve sonuçları itibariye çoğunlukla kısa biz zaman dilimi dâhilinde ve görünür ölçekte gerçekleşir.

Vuran hapishaneye, vurulan toprağa gider. Örgütlü yapılarda ise suç, zamana ve mekâna yayılarak gelişir. Herhangi bir üyenin suçlu sayılması için örgütün herhangi bir eyleminde yer almış olması gerekmez. Bir suç örgütüne üye olması hasebiyle birey zaten suç işlemektedir. Örgütlü yapılar bakımından suç sadece bir fiil değil, bir süreçtir.

Devlet, yeryüzündeki en kapsamlı ve en büyük örgüttür. Devlet harici örgütlerle kurulan bireysel bağlar üyelik şeklinde anılırken devlet ölçeğindeki bağa vatandaşlık denilir. Ulus, aynı devlete üye bireylerin meydana getirdiği devasa ölçekli şebekeye verilen isimdir. O bakımdan devlet suç işlediğinde, üyeler de suç işlemiş sayılır, zira suç bizzat üyeler aracılığıyla yürürlüğe girer.

Ulusların nasıl suç, günah, cinayet ve ayıp işlediğine dair en güncel örnek, Türk ulusudur.

Suç, günah, cinayet ve ayıp Türk ulusunun imalatında kullanılan hammaddelerdir. Sersefil halde açlıktan nefesi kokarken “Allah devletimize zeval vermesin” diyen bir başka ulus daha yoktur yeryüzünde.

Katliama yolladığı ordusunun arkasından Fetih namazına duran, bu ulustur. Talan ettiği Kürdistan’ın zenginlikleriyle yaşarken, kucağında bebek bir fındık işçisi fakir Kürt kadına gurup halinde saldıran, bu ulustur. “Uzmanımız koydu” diyerek çiftetelli oynayan lümpen genç kadın, bu ulustur. Türkleşmeye karşı direnen Kürt’ten nefret eden bu ulus, varlığını Kürdün yok edilmesine bağlamıştır. Kürdistan ve Kürtlük, bu ulusun her türden suçu ve günahı işleme sahasıdır. İçinde Kürde hoşgörüyle bakanın bile yaklaşımının altında Hayvan Severler Derneğine ait “her canlının yaşam hakkı vardır” gibisinden bir referans bulunmaktadır.  Bu ulusun günahları ve suçlarını yazmaya ömür yetmez.

“Uluslar suç, günah ve cinayet işlemez” diyenler bilmelidirler ki en büyük kötülük onlardandır, zira çok ağır bir insanlık suçunun ve cinayetin üstünü örtmektedirler. Gerçeğe gözünü kapatanlar, başkalarının da gözünü kapatırlar. Türklerin bilinçsiz olduğu, Kürtlere yapılanların Türkler tarafından görülmediği veya egemenler tarafından yönlendirildiği şeklindeki anlatının kökü yalandır. Öyle olsa bile bunların hiçbiri Türk ulusunun bir suç şebekesi olduğu gerçeğini değiştirmemektedir. Aksine Türk ulusu, bilhassa Kürtler konusunda son derce bilinçlidir ve egemeni ile alttaki arasında tarihsel bir mutabakat vardır. Yıkımdan sonra sıradan Almanlara “Yahudilerin fırınlarda yakıldığından haberiniz yok muydu” diye sorulduğunda, “gazeteler yazmıyordu ki” diye cevap vermişlerdi. Bu yanıtın belki gerekçe anlamında bir değeri olabilir ancak günümüzde Kürde yapılan her türlü zulüm neredeyse TV ve sosyal medya üzerinden canlı yayımlanıyor. Yaşamını kaybetmiş genç kadın gerillanın çıplak bedeninin sosyal medya üzerinden on binlerce Türk’e teşhir edildiği bir ortamda hiç kimse “gazeteler yazmıyordu ki” diyemez.

Kürdün Türk helikopterinden atıldığına ve bunun tüm Türkler tarafından bilindiğine dair başka ne türden kanıtlar sunulabilir?

Sonuç olarak,

Uluslar, tıpkı kendilerini meydana getiren bireyler gibi suçtan ve günahtan azade değillerdir. Bireyler bireylere karşı suç işlerken, uluslar suç işlediklerinde bu suç genelde bir başka ulusa yönelik olur. Suça maruz kalan ulus, faili iyi tahlil edip suç sürecini anlayamazsa kurban olmaktan kurtulamaz. Kürtler özelinde ise belirtilmesi gereken en acil şey, Türk ulusunun kardeş olarak görülmesinden vazgeçilmesidir. Anılan ulus Kürde kardeşlik değil, düşmanlık yapmaktadır. Kurt ile kuzunun kardeşlik ideali nasılsa, Kürt ile Türk’ün kardeşlik ideali de öyledir.

Savaşın enkazları arasında herkes “Almanya’da neden faşizm iktidara geldi” diye sorgulayıp farklı yanıtlar oluştururken Wilhelm Reich adında bir psikiyatr, hakikati son derece basit ve sade bir dille ortaya koydu: Kitleler aldatılmadı, faşizmi arzuladı.

Herhangi bir ulus faşist olur mu? Olur.

Herhangi bir faşist ulustan kardeş olur mu?

 

Salih Budak

07.10.2020

 

 

Yazarın Diğer yazıları  : HDP'yi apolitik bir araca dönüştüren anlayış


(℗) PeyamaKurd

Bu makale yazarın görüşlerini yansıtmaktadır. PeyamaKurd'un yayın politikası ve editoryal paradigması ile her zaman uyumlu olmak zorunluluğu yoktur.